DOLAR 32,2521 -0.09%
EURO 34,8308 -0.01%
ALTIN 2.422,84-0,07
BITCOIN %
İstanbul
12°

AZ BULUTLU

KALAN SÜRE

Havaalanına yakın Hanımeli Balık’ta kalkan

Havaalanına yakın Hanımeli Balık’ta kalkan

ABONE OL
30 Nisan 2024 01:57
Havaalanına yakın Hanımeli Balık’ta kalkan
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Yakın dediğim yirmi dakika. İstanbul Havaalanı’na trafiksiz ve sabit bir sürede ulaşabileceğiniz bir adreste “son” yemeğinizi yiyip havaalanına öyle geçmeyi tercih edenlerdenseniz, işte burası tam size göre.

Ya da öğleden sonra, akşam üstü trafiğin berbat olduğu bir saate havaalanından çıkıp şehrin kapılarında telef olacağınıza, yirmi sakin dakikada, Karadeniz kıyısında deniz havası alıp, muhteşem mezelerle balık yemeyi tercih edenlerdenseniz, Hanımeli Balık Restaurant yine tam size göre… Benim uçak kaçırma anksiyetem var o yüzden birinci gruba dahil değilim, ikinci gruba dahilim. Hoş, anksiyete bir işe yaramıyor, onu da yazayım, kaçıran kaçırıyor…

Hanımeli Balık Restaurant, aslına bakarsanız, benim için başka bir nedenle de önemli ve çekici: Annem ve Kalkan balığı! Evet, annemle son kalkanı Hanımeli’nde yemiştik.

Kalkanın üç mangalı

Hanımeli’nin spesyalitesi fırında kalkan tandır. Hayır, kalkanın nasıl pişirildiği değil beni Hanımeli’ne çeken, Elkano’da ızgara kalkan yemiş -çok şükür- biri olarak, Hanımeli’nde kalkanı benim için özel kılan, lezzeti değil, Annem! Evet Annem: O yaşlı çiçek… Aman yanlış anlaşılmasın, Hanımeli elbette bir Elkano değil ama Balıkçı Kahraman ile en lezzetli kalkan yapan ilk ikiden biri bu memlekette. Benim öznel tercihimse Kahraman’a karşı Hanımeli kuşkusuz, işte Annem yüzünden!

Balat Sahil? Ya Balat Sahil, diyenleri duyuyorum.

Annemi Balat Sahil’e götüremedim. Oysa, Balat Sahil’de de kalkan, Hanımeli’nden aşağı kalmaz, özellikle de tavası… Aslında gidecektik. Konuşmuştuk annemle, birinci kat cam önüne de rezervasyon yapmıştım. Ama… Geç kalmıştım yada geç kalacaktım, öyle bir şey…

Mevzu bahis olan annemizse hep geç kalmıyor muyuz zaten? İnsanın annesinin yeri ayrı ama nazımız belki de bir ona geçtiğinden, önce gözden çıkardığımız hep o olmuyor mu?

Ben de aracı muayeneye mi götürüyordum; yoksa çocuğu okuldan mı almam gerekmişti, işte öyle eften püften bir şey yüzünden Balat Sahil’i iptal etmiş, Annem’e de kusura bakma, başka zaman gideriz, diyebilmiştim. Hiç gelmeyecek bir tarihe ertelediğimi bile bile… Ertelemeseydim eğer, gidebilseydik beraber, Balat Sahil de bu potaya girer, kalkanın üç mangalını yazardım şimdi… Olmadı, o yüzden bugünkü yazımda Hanımeli tek başına kaldı. Üçlemeyi artık, Elkano kıyaslaması ile yazarım bir gün.

Aile sofrasında kalkan

Anadolu’da kuzu keserler, oğlak keserler ya bir misafir geldiğinde, düğünde, ölümde, kutlamanın anısına; sevincin de, feryadın da bir parçasıdır kurban etmek, umudun bir de en çok. Bizim ailede de bir araya gelindiğinde kalkan kızartılırdı bir zamanlar! Derya kuzusu doğrardık yani… Dört, belki beş kiloluk devasa, kalın kalın dilimlenmiş kalkanı kızartarak kutlardık bu aile buluşmalarını. Bayramda, sazda, sözde; çocuklar bir araya geldiyse… Galiba annem gibi ben de hep bu sosyalliğini sevmişimdir kalkan yemenin.

Ama hatırladığım, bende hiç silinmeyen iz bırakan kalkan partisi bizim evden değil!

Yetmişlerin ikinci yarısında olmalıyız, Doğancılar’da Nükhet Abla’nın annesinin babasının evindeyiz. Siyah kalebodur kaplı banyolarının sıra dışılığı, alışılmış beyaz fayanslara zıtlığı beynimde bir şimşeği ateşlemişti, hiç unutamam. Bence güzel değildi kara fayansların yarattığı karanlık ve korkutucu banyo, ama ufuk açıcıydı; böyle de olabilirmiş dedirtmişti bana. Belki de o an koptu geleneksel ile bağım ve hep bir avangard peşinde oldum.

Mutfakları ise beyazdı: Yetmişlerin standart kalebodur fayansları ile kaplı küçücük bir mutfak. O kadar küçüktü ki, kalkan dilimlerinin bata çıka yüzerken nar gibi kızardıkları aşure kazanı neredeyse mutfağa sığmayacaktı. Belki de mutfağa sığamayan kızartmanın cızırtısıydı, annemdi, teyzemdi, Nükhet Ablaydı, onun annesiydi… Bir de ben!
O gün ilk defa gördüğüm puzzelın nasıl başından kalkamadıysam, bir defa daha, bir defa daha aynı yapbozu yapıp yapıp bozduysam, o masadan da beni kaldıramadılar… Zeki Müren’i seyrederken, daha emilecek çok düğme, daha jelatinini höpürdetecek çok iğnesi vardı kalkanın. Ağzıma dudaklarıma hatta yanaklarıma sıvanan o yapış yapış lezzeti asla unutamam…

Yıllar geçti, çok da hızlı geçti. Annem kalkan kızartacak kadar dinç ve bir emekli ailesi olarak kalkan alacak kadar varsıl değildi artık. Oysa ki, İstanbul’un ilk kuşak sanayi işçisi, elektrik fabrikasının -şimdiki Santral İstanbul- ustabaşısı, yani annemin babası, benim Şevket dedemin sofrasında pastırma ve tuzlu balık ile birlikte değerli ama aynı zamanda da ulaşılabilir bir yemekti kalkan balığı.

O artık yapamayınca, ben de ona bir iki defa kalkan götürüp, kızartmaya kalktım; olmadı tabi. Olmayınca daha kötü oldu. Ne babam ne de o masanın etrafında buluşanlar hayattaydı artık. Kalkana ne gerek vardı ki? Sinirlendi benimki! Oysa sinirlendiği vaki değildir.

Kalkan düzgün pişse, şöyle içi sulu dışı altın rengi, lezzetli olsa eminim masanın eksiğini tamamlardı; kalabalık sofralar canlanır, Babamı da masanın başına oturturdu. Başka türlü bir gülümseme yayılırdı, gülümsemesi hiç eksik olmayan annemin yüzüne. Olmadı. Yapamadım. Annem artık sık sık sinirlenir olmuştu.

Sanırım bir yıl daha devrildi. Annem, “Bu kış da bir kalkan yiyemedik,” diye sitem etmeyecekti bana, biliyordum. İsteğini kaybetmişti…

Hanımeli Balık’a uzun masalar yakışır

Aldım onu Hanımeli’ne götürdüm. Uzun bir sofra kurduk. Mart ayı, belki Nisan: Son gerçek kalkanlar… Abim, kızlar.
Hem öğlen hem de akşam yemeğinde Hanımeli’ndeydik. Kalkanı öğlen yedik, diğerlerini akşama sakladık.

Kalkan fırın tandırdı, bir gün önceden -arayıp- sipariş etmiştik. Biz masaya yerleşir yerleşmez fırın tepsisi önümüzde bitiverdi. Bütün kalkan seriliverdi önümüze. Elimizle yedik. Bizim kızartmadan iyiydi. Ağzımıza burnumuza sıvanmasına müsaade ettik. Güzeldi. Annem gülüyordu, kim bilir kimleri görüyordu masada… Demansı iyice ilerlemişti ama biz farkında değildik ne yalan söyleyeyim; sinirli olmuştu sadece. Tavırları değişmişti. Bilemedik.

Ama kalkanı son düğmesine kadar emip, suyuna ekmek bana bana yedi. Bir gün önceden vermiştik siparişi. Her şeye değmişti. Bu onun son yediği kalkan olmuştu. Ben de bir daha nerede ne zaman öyle uzun bir masada kalkan yerim, bilmiyorum. Ama parti bitmemişti!

Fırında kalkan tandır

Karaburun’da bir otelde kalacaktık. Hava buz gibiydi, Hikmet kumda, rüzgarda hatta denizde oynadı… Annem de sanki erken İngiliz sinemasından fırlamış gibi çizgili bir şezlong buldu kendine, kuruldu denize baktı durdu bütün öğleden sonra. Bej rengi safari takımları vardı.

Akşamki suarede Hanımeli’nin mezesi de, kalamar ızgarası, rakı eşliğinde iyi gitmişti. Kalkanla rakı içmem. İçemem. Rakıyı ne kadar sevsem de kalkanın lezzetinin en küçük parçasını damağımı dağlayan ve uyuşturan rakıya kurban etmem. Hanımeli şarap açısından sınırlı olanaklar sunsa da, kalkanın yanına yakışacak şişeler bulmak mümkün olabiliyor. Olmadı siz yanınızda götürün, mantar açma parası vermeyi unutmayın.

Evet demiştim, Annemin son kalkanı bu oldu. Güzel bir finaldi.
Keyfini çıkarın!

Hanımeli Balık Restaurant
Hanımeli Balık Restaurant, Karaburun Mahallesi Liman Caddesi No:3 Arnavutköy / İstanbul
0533 4793542

Değerlendirme

Lezzet 9/10 (10 en iyi)
Fiyat: 9/10 (1 en ucuz)
Servis 8/10 (10 en kaliteli)
Ortam 9/10 (10 en huzurlu)

Aziz Hatman / [email protected]

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.